Yakınlarda DELE A2 sınavına girdim. Bu nedenle şu aralar tek ilgilendiğim şey İspanya ve İspanyolca. İspanya kültürü, tanıdığım en etkileyici kültürlerden biri. Tam olarak ne hissettiğimi tanımlayamıyorum, ancak kıskançlık, hayranlık, sevgi ve bazen de kaybolmuşluk arasında bir yerdeyim.
Bu durumun temel sebebi, Madrid’de geçirdiğim 2 yıl boyunca yaşadığım bazı tatlı ve acı deneyimlerdir. Ancak kısaca uyarayım, Barcelona dışında İspanya’da kimse İngilizce konuşmuyor.
İspanyolca maceramız daha Madrid Uluslararası Hava Alanı’na inmemizle başladı. İlk gidişimiz olduğu için yanımızda köpeğimiz (kuzu), ekstradan bir sürü eşya vardı. Aynı zamanda hala covid önlemleri de devam ediyordu. O yüzden gerçekten stresli bir yolculuk geçirmiştik. Gerek İspanya’ya girerken, uygulanan covid önlemleri, gerekse yaşı büyük olan köpeğimiz kargo bölümünden sağ sağlim çıkacağını tam olarak bilmemek bizi gerçekten çok endişelendirdi. Bir sürü prosedür ve işlemi bu gerginlik içinde hallettik ama bir kişi bile anlaşmak için İngilizce konuşmadı. En zoru da köpeğimizin gümrük işlemlerini tamamlarken oldu. Köpeğimiz kafeste durmayı hiç sevmezdi ve yolculuk için ona veterinerin tavsiye ettiği gevşetici serumu vermiştik. 5 saatlik uçuşun sonunda tabiki etkisi geçti ve hayvan kafesinden bir an önce çıkmak istiyordu. Gümrükte görevli ispanyol teyze ise hayvanın çipinii kafesten çıkartmadan okutmamızı istedi. Bunu yapmak o kadar zordu ki, çünkü hayvan kafesin kapağı açılır açılmaz tabiki kafesten kaçmak istedi. Bizde onu içeride tutmaya çalışırken bir yandan da boynundak çipi bu teyzenin verdiği alet ile okutmaya çalışıyoruz. Tabiki hiç kolay olmadı ve baya strese girdik. Bu işlemler esnasında bir kelime bile ingilizce konuşmayan bir gümrük görevlisi teyze ile uğraştık resmen. Havalanından çıkıp evimize giderken bütün işlemleri tamamladığımız için mutluyduk ama bir yandan da kendimize sormadan edemiyorduk. Bu nasıl uluslararası havalanıydı böyle?
Bunun yanı sıra, zorlandığımız diğer konular günlük hayatta olmazsa olmaz olan basit işlemler oldu. Banka hesabı açtırmak, ev kiralamak, elektrik, su, internet gibi hizmetler için abonelikler yapmak, sipariş vermek gibi şeylerde sıkıntılar yaşadık. Maalesef El corte Ingles, (yani kısaca İngiliz Pazarı dedikleri) mağazalar zincirinde bile İngilizce konuşan yok. (Batmamasına şaşırdığım yerler 1 numara)
Diyebilirim ki 45 yaş üstü kesinlikle İngilizce bilmiyor ve kendi eksikliklerini size kızarak veya hiç ilgilenmeyerek gösteriyorlar. Bir keresinde Decathlon mağazasında “İngilizce biliyormusun” diye sorduktan sonra arkasını dönen giden ve bize başkasını bile çağırmadan mağazanın başka bir noktasında durmaya başlayan satış elemanına denk gelmiştik. Resmen orda yokmuşuz gibi davranıldı. çoğu ispanyollara göre sanki bütün dünya İspanyolca konuşuyor. Bu komik gurur ve boşvermişlik bize hep komik geldi.
Bir diğer zorlandığımız nokta ise göçmen dairesindeki işlemler oldu. Göçmen dairesi olduğundan en azından İngilizce bilmesini beklediğimiz çoğu memur maalesef bizi azarlayıp azarlayıp gönderdi. Bu süreçte azarlanınca, başka bir memura sorup işimizi halletmedene kadar uğraşmamız gerektiğini anladık. (İyi ve kötü insanlar gerçekten heryerde.) Bu süreçte diyebilirim ki 250 euro verin ve bir göç avukatına bu standart işlemi yaptırın. Çünkü Avrupa’da vakit gerçekten nakit. Zaman, geçirdiğin her saat en az kişi başı 2-3 euro yazan bir taksimetre gibi çalışıyor. Bu süreçte yaşandan duygusal iniş çıkışlar, hayatı sorgulamalar ve yorgunluktan başka iş yapamamayı saymıyorum bile. Göçmenlik işleri ciddi bir mesai harcatıyor ve para kazanmanız gereken vakitleri boş yere harcatıyor. Biz bu işlemlere cebimizden hiç para vermedik ama kaybettiğimiz zaman , motivasyon avukattan daha pahalıya geldi. (Bu arada tabiki göç idaresi sayfası da tamamen ispanyolca. Trajı komik olan şey Ukrayna-Rusya savaşından sonra Ukraynaca dili de eklediler ama hala İngilzce yok)
Bütün bunların içinde sadece biizm şikayetçi olduğumuzu düşünüyorudum ama durum aslında böyle değil. Komik olan şu ki, ehliyet değiştirmek için bir DGT binasına gidecektik. Google maps’te adresini bulduk ve gözüm mekanının puanına takıldı. Binaya hekes 1 puan vermiş. Merak ettim ve yorumlara girdim, herkes aynı şeyden şikayetçi olmuş. 1 tane bile ingilzce bilen çalışan yok 🙂
Ironik olan bir başka konu ise, nispeten özel uzmanlık gerektirmeyen işlerde çalışan insanların İngilizce bilirken, banka gibi özel uzmanlık gerektiren yerlerde çalışan insanların İngilizce bilmemesidir. BBVA, Santander, Sabadell gibi büyük bankaların birçok şikayet eden ve yapacakları işin ne olduğunu bilmeyen insanlarla dolu olması oldukça dikkat çekicidir. Bu kurumlar adeta insanları, iş yapmamak için örgütlenmiş sosyal kulüplere dönüşmüş gibi görünüyor. Gerçekten düzgün bir banka çalışanı bulabilmek için Pasado de Castellana gibi popüler caddelere gitmek gerekiyor mu? Ancak tüm Starbucks’lar İngilizce bilen çalışanlarla dolu ve gerçekten daha zeki ve yetenekli görünüyorlar. Bu durumdan anlaşılan şudur ki her ülkenin gerçekten beyaz ve ayrıcalıklı bir insan grubu mevcuttur.
Yaşadığımız bir diğer olay Madrid’den Prag’a uçarken gerçekleşti. Yine uluslararası Madrid Havalimanı’ndayız. Tabii ki yanımızda ölen köpeğimiz Kuzu’nun küllerini de almıştık. Zaten çok eşyamız vardı ve bunları kabin bavulunun içine düzgünce yerleştirdik. Tam güvenlik kontrolünden geçerken bir adam bizi durdurdu ve “bu çantada tuz benzeri bir şey var” dedi (tabii ki yine İspanyolca olarak). Biz de hiçbir şeyimiz olmadığını söyledik. “Tuz” dedince ne demek istediklerini anlamadık. Sonradan anladık ki Kuzu’nun külüne denk gelmişler. Tekrar bavulu açınca ne olduğunu anladık. “Bu, ölen köpeğimizin külleri” dedik. Tabii ki bunu tam olarak açıklayamadık ve “bu kutuda köpeğimiz var” dedik. Birden alarm durumu oluştu ve güvenliği çağırdılar. Bizi bekletiyorlar. İçimden ya yasak hayvan ticareti ya da uyuşturucu ticareti yapıyorlar diye düşünüyorum. Neyse ki köpeğin ölüm belgesi İspanyolca olarak mevcuttu. Onu gösterdik ve bizi geçirdiler. İspanya’nın gerçekten stresli bir gelişi ve gidişi oldu.
Böyle, karışık duygular içinde iş için Prag’a geldik. Adres bildirimi yapmak için polise gittik. İspanya’daki duygusal travmalarımız nedeniyle oldukça tedbirli, gergin ve endişeliydik. Sıra numaramız çağrıldı. İçeri girmeye çalıştık, ama bir türlü içeri giremedik. Polis içeriden çıkarak, neden içeri giremediklerimizi sordu. Uzun süre uğraştık, ama kapıyı bir türlü açamadım. Aynı zamanda kapıyı kırmaktan da korkuyordum. İçimden “Başımıza bela aldık” dedim. Polis, İspanyol pasaportumuzu görünce, “Sadece İspanyolca veya Çekçe konuşurum” dedi. Birden şok olduk. İspanyolcayı anladım, ama neden Tanrı hala bizi sınıyordu, gerçekten merak ediyordum. Neyse ki bir şekilde kapıyı açmayı başardık ve içeri girdik. Polis İspanyolca konuşmaya devam ediyordu. Ona “Siz İspanyol musunuz?” diye sorduk. “Hayır, ben Çek’im” dedi. Biz de ona “İngilizce konuşabilir miyiz?” diye sorduk. “Hayır” dedi. Sonra dedik ki, “Peki, eğer İtalyan olsaydık, İtalyanca mı konuşacaktınız?” O da “Hayır, sadece Çekçe ve İspanyolca biliyorum” dedi. Göç İdaresi’nde sadece İspanyolca bilen bir memur bulmuştuk, gerçekten inanılacak gibi değildi. Travmalarımız tetiklenirken sakin kalmaya çalışıyorduk. Yarım yamalak İspanyolcamızla tüm soruları cevapladık ve işimizi hallettik. Gerçekten şok içindeydik, İspanyolca peşimizi hiçbir yerde bırakmıyordu.
Bütün bu yaşadıklarımıza ek olarak, en son 13 Mayıs’ta DELE A2 sınavına girdim. Bu sınava girmeden önce en az 1 ay boyunca tüm bildiklerimi gözden geçirdim ve yeni şeyler öğrendim. Prag Cervantes gerçekten çok iyiydi,ve sınavın işleyişinde anlamadığım şeyleri ingilizce olarak bana tekrar ettiler. Çok anlayışlılardı. Gerçekten çok yardımcı oldular ve sınav stresimi mümkün olduğunca azaltmama yardımcı oldular. Ancak yaşadığım travmalar yüzünden sınavda gerçekten aklımı yitirecek gibi oldum. Belki bir daha girmem gerekebilir, ama artık o kadar endişeli değilim.Sanırım İspanyolları İspanya dışında en çok seviyorum.
İspanyolcaya gerçekten çok emek verdim. Artık bundan sonra öğrenmemem zararıma olur. Hem onu sevmeye bile başladım. İngilizceden daha nitelikli bir dil olduğunu söyleyebilirim. Geçmiş zamana bakış açıları, Ser ve Estar, insanların hislerini anlatması diğer dillerden farklı. Birçok konuda duyguları daha iyi ifade edebiliyorsunuz. Bu sebeple yaşadığım tüm travmalara rağmen yine de İspanyolca’yı yine de seviyorum.