Kategoriler
Barcelona

Bir yıl sonra Barcelona’ya geri dönmek.

Hafta sonu Barcelona’daydım. Uzun bir süre sonra İspanya’ya geri dönmek gerçekten farklı bir duygu oldu. En son Barcelona’ya gittiğimizde geçen yıl bu zamanlardı ve sanki kafamız hala tam olarak yerinde değilmiş. Çünkü bu gidişimizde fark ettik ki Barcelona aslında o kadar da kötü bir yer değilmiş. Hatta nerdeyse geri dönmeyi bile düşündük. Bunun birkaç sebebi var aslında.

Bunlardan birincisi, Barcelona aslında tam olarak İspanya değil. Kendine ait bir kültürü var. İnsan ne kadar fark olabilir ki diye düşünüyor ama gerçekten büyük bir fark var diyebilirim. Öncelikle, konuşma tarzları daha sakin. Hatırlıyorum, Madrid’deyken çoğu kişinin sesi çok kalın ve kavga eder gibi konuşuyordu. Bu da ister istemez insanın bir dile olan bakışını etkileyebiliyor. Kişilik olarak sessiz ve sakin bir insanım. Bu yüzden çok fazla sesli konuşulması beni rahatsız eder. Madrid’deyken kadınların bile benden daha kalın sesi vardı. Bu bir süre sonra benim için çekilmez olmuştu. Üstelik kimsenin birbirine sus demediği ve birbirinden daha sesli konuştuğu yerde, sessiz bir insanın hayatı zor olabiliyor.

İkinci sebep ise, Barcelona’nın aslında İstanbul gibi hissettirmesi oldu. Şehir her dakika canlı ve iklim olarak gerçekten muhteşem bir yer. İstediğin her saat istediğin yemeği bulabilme lüksü var, hem sanatsal hem de kültürel olarak bir mimar olarak daha çok keyif alabileceğim bir yer olduğunu düşündüm. Aynı zamanda İngilizce konuşma sıklığı da gayet iyi. Kendimi Madrid hayatına kıyasla daha az dışlanmış hissettim.

Tabii ki bazı kötü yanları da vardı. Bunlardan birisi toplu taşımanın biraz başına buyruk olması. 3 gün boyunca orada kalacağımız için defalarca toplu taşıma kullanmaya çalıştık ama maalesef otobüsler çok başına buyruk davranıyor. Bu da insanın plan yapmasını engelliyor. Bazı zamanlar kaldığımız yerlere taksi ile gitmeyi düşündük. Ancak bunu da başaramadık çünkü gerçekten az sayıda taksi var ve Uber sanırım doğru düzgün çalışmıyor.

Bizi bir diğer yoran konu ise, Madrid’de olduğu gibi burada da servis sektörünün oldukça yavaş olmasıydı. Pazar günü gittiğimiz bir kafede, bir masaya oturabilmek için dört kişi olarak en az 30 dakika kapıda beklemek zorunda kaldık. Beklemeye karşı değilim ancak sorduğumuz sorulara da hiç cevap verilmedi. Daha önce Starbucks’ta çalışmış biri olarak şunu öğrenmiştim: özellikle sırada ayakta bekleyen insanlar için zaman neredeyse iki katı daha yavaş geçiyor. İki dakika bekleyen bir kişi, en az 15 dakika beklediğini hissediyor. Bu yüzden biz, sırada bekleyen insanların siparişlerini almamız için yönlendirilirdik. Böylece onlara ilgi gösterdiğimizi fark eden müşteriler, sıranın kendine gelmesi için geçen sürede yaşanan huzursuzluğu daha kolay aşabiliyordu. İspanya’da servis sektörünün genel olarak oldukça kötü olduğunu ve insanların sanki para kazanmak istemiyormuş gibi davrandıklarını söyleyebilirim.

Ancak tüm bunlara rağmen, Barcelona deneyimimiz geçen yıla göre hiç de fena değildi. Buna, Mayıs ayının sonunda gittiğimiz için hava sıcaklığının henüz bunaltıcı bir seviyeye ulaşmamış olması da etki etmiş olabilir. Barcelona’dayken bir plan yaptık. Sanırım bir sene içinde Barcelona’ya geri dönmek için bir yol bulacağız. Ancak bu süreçte ev, iş ve dil problemlerini çözmek gerekiyor. Bunun için Prag’da geçirdiğimiz günlerin her anlamda verimli geçmesi gerekiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir